İnsan kutuplaşan düşüncelere bağlılık gösterme eğilimindedir. Çünkü sürekli bir arayış halindedir. İnsan, kendi merkez noktasından uzaklaştıkça kutuplaşır. Bir gün bir konuda derinleşmeye çalışırsa kaygılarının kaybolduğunu görür. Kaygıları kayboldukça, özüne, başladığı yere döner. İnsanın içindeki bu kutuplaşmaya sebep olan şey ise hayatta kalma içgüdüsüdür. İnsan, hayatta kalmaya çalıştıkça arayışını devam ettirmeye çalışacaktır. Kaygılarını kaybetmek içinse derinleşmek zorundadır. Evrende yer alan herhangi bir konuda derinleştikçe kendini bulacaktır. Bu nedenle kaygı kavramını doğruca ele almamız ve anlamamız gerekmektedir. Yaşadığımız ikilik evreninde, yaşam ve ölüm iki zıt kutuptur. Yaşam ve ölümü iki zıt kutup olarak algılamamızın sebebiyse zaman algımızdır. Zaman algımız, bizi, olayların, geçmiş ve gelecek olarak iki ayrı zamanda gerçekleştiğine inandırdığından, geçmişte doğduysak gelecekte ölmek zorunda olduğumuzu düşündürtür. Bu sebeple, hayatta kalma iç güdümüz ile zaman algımız birbiriyle doğrudan ilişkilidir.
İnsanın bilincinin var olmasıyla, iki farklı düşünce sistemi çıkacaktır. Bu temel düşünceler dışındaki bütün düşünceler, renk spektrumu gibi iki uca gider.Bu iki temel düşünce sisteminden biri olan hayatta kalmaya çalışan insan, sürekli biriktirmeye, korumaya çalışacaktır. Bu durum onu gittikçe andan uzaklaştıracaktır. Yaptıklarına(geçmişine) dönüp baktıkça bundan büyük bir haz duyacak ve kendisini üstün görecektir. Zamanla her şeyi kontrol edebileceği yanılgısına düşecektir. Bu durum ise dünyayı ve hatta evreni yönetme gayretine kadar gidecektir. Diğer temel düşünce sistemi ise zamanın insana özgü bir kavram olduğunu, bu sebeple ikiliklerin olmadığını, aslında her şeyin bir olduğunu, bu sebeple ölüm ve yaşamın ayrı kavramlar olmadığını, birbiri içerisine geçmiş bir varlık olduğuna inanan insana aittir. Bu düşünce sistemine sahip insan, geçmiş ve geleceğin olmadığının sadece anın olduğunun farkındadır. Bu sebeple yalnızca ‘ol’ eylemini gerçekleştirir. Bu insan için her şey yaşandığı an bitmiştir. Böyle bir insanın bağımlılıkları olmaz, çünkü geçmiş onlar için yoktur. Bunun için de kaygının zıttı olan güven duygusuna ihtiyaç duyarlar. İlginçtir ki, ilk bahsettiğim düşünce sistemi olmadan, ikinci bahsettiğim düşünce sistemine insanın varamamasıdır. İnsan, önce hayatta kalmalı, daha sonra kendisini koruyabilmek ve hayatta kalabilmek için herhangi bir konuda derinleşmeli, derinleştikçe de kaygılarının yerini güvene bırakmalıdır ki ikinci düşünce sistemine geçebilsin. İnsanın bu iki düşünce sistemi arasındaki gidiş ve gelişleriyse çatışma yaratır. Yaşam dediğimiz şey ise tam olarak budur. Bu çatışmaktan kaçmak mümkün müdür?